“İnanan bir insan, inancının gereği ne ise, onu yerine getirmekle mükellef ve sorumludur. Evet, bir mü’min, nelere ve nasıl inanıyor, hangi güzelliklere gönül bağlamış ve ne şekilde düşünüyorsa, onları tavır ve davranışlarıyla dışa aksettirmesi icap eder. Meselâ, Cenâb-ı Hak’la düzgün, kavi bir irtibatı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’le sağlam bir münasebeti bulunan ve bu durumu tabiatının bir yanı, bir derinliği hâline getirmiş bir fert, kalbiyle benimsediği o inanç esaslarını, diğer uzuvlarıyla da ortaya koyacak ve hayatının her ânında, o imanın gereklerini yerine getirecektir/getirmesi gerekir. Bu istikamette o, ibadetlerini tastamam ifa edecek, namazlarını hakkını vererek kılmaya çalışacaktır. Elbette ki bütün bunları, “falan görsün, filan duysun” gibi mülâhazalara bağlı olarak değil, sırf Allah’ın (celle celâluhu) emrini yerine getirip O’nun rızasına kavuşabilmek için yapacaktır.”